Hal böyle olunca bisiklet sürme teknikleri üzerine de havada takla atma haricinde artistik epey teknik geliştirmiş durumdayım. Bir kolumla kocaman bir saksıyı kucaklayıp bütün doksan derecelik virajları dönebiliyorum örneğin. Düşmek mi? Henüz böyle bir şey yaşamadım şükür ama Tour de France'ın efsane şampiyonu Lance Armstrong ne demiş: "Bisikletten düşmekten korkuyorsan hiç binme!" Benim yaptığım halini kastetmediği kesin ama şu an aldırmamak daha işime geliyor doğrusu.
Rüzgar, nar ağacının altında dinlencede... En sevdiğim sardunyamı taşımıştı fotoğraftan önce.
Çatı katından bahçe katına inince bir ağaç kavuğunda yaşamaya başlamış gibi hissediyorum kendimi. Dört bir yanımın meyve ağaçlarıyla donanmış oluşuna bakılırsa yanlış da sayılmaz. Onlar evin kadim ve daimi sahipleri. Narı, limonu, portakalı, mandalinası, eriği beni dolu dolu meyveleriyle, daim olmasını dilediğim bir bereketle karşıladılar. Rüzgar, park halinde serin serin konaklamak için sayelerinde her daim bir köşede bulabildiği gölgelerle benden daha bile müteşekkir olabilir kendilerine.
Velhasıl hepimiz yeni yerine, birbirine, rengine, şekline, dokunuşuna alışmaya çalışıyoruz bu ara. Ben iki aydır mütemadiyen taşınıyorum. Bitmeyen garip bir hikaye oldu bu. Son ayağının bu cuma, İstanbul'dan gelecek eşyalarla son bulacak olması tesellim. Ama hayata teşekkürüm sonsuz. Çok istediğim ve ihtiyacım olan bir anda bu ağaç kavuğunu karşıma çıkardığı için. Hızır'a ve İlyas'a, Hıdrellez'in mutlu bereketine, gül dalına ve sabahında dileklerimle birlikte atladığım denize çok şey borçluyum. Hepsi o günden sonra oldu. Bin teşekkür!